Toroslardan Bakınca - HER TELDEN

22-08-2022

Çok değerli okurlar,

Malumunuz, bir önceki yazımızda siyasi istikrar ve buna bağlı olarak da ekonomik istikrardan bahsetmiştik uzun uzun. Maalesef ülkemiz, özellikle de siyasi istikrar açısından bakılınca genelde sınıfta kalıyor. Kuruluşundan bu yana birçok hükümet ve koalisyonmodelleri denendi. Tek başına iktidar olanlar da oldu, ikili koalisyonlar da üçlü hatta eşine az rastlanır dörtlü koalisyonlar da gördü bu ülke.

Anavatan Türkiye, her yönden özellikle de ekonomik yönden kendi ayakları üzerinde durabilecek bir K.K.T.C hedeflediğini, bunun için yapılan her türlü ekonomik ve mali yardımların ve yatırımların devam edeceğini her mecrada dile getiriyor. Gerek Türkiye’nin kendi iç gündeminde Kıbrıs konusu açıldığında, gerekse ulusal bayramlarımızda, bizlerin mutluluğumuza ortak olurken yapılan hitaplarda, Anavatan Türkiye’nin “bizimle” ile ilgili en öncelikli hedefinin, “ her yönden kendi kendine yetebilen” bir K.K.T.C ekonomisi yaratmak olduğunu,hem Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’dan, hem Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkan Yardımcısı Sn. Fuat Oktay’dan hem de Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Sn. Mevlüt Çavuşoğlu’ndan bizzat kendi kulaklarımla duydum. Peki,sizce Anavatan Türkiye, uzun yıllardır “sergilediğimiz” veen önemli hedefinin önündeki en büyük engel olan“siyasi istikrarsızlık” performansımızdan memnun olmuş olabilir mi? Belirlediği ana hedefi K.K.T.C’ nin ekonomik olarak ayakta durması iken Anavatan, ekonomik istikrarın siyasi istikrardan geçtiğini bilmiyor olabilir mi? Birçok dünya ülkesi ile aynı anda “satranç” oynayabilen Türkiye, bunu en iyi bilecek ve “konuyu” en iyi anlayanlardan biri. Çünkü yaşayarak gördü, yaşayarak öğrendi. Biz ise yaşadık, yaşıyoruz, ama hala öğrenemedik.

Yaklaşık 20-21 yıldır tek parti iktidarı ile yönetilen, bunu yaşayan ve bu yönde büyük bir “istikrar” örneği teşkil eden Anavatan, “Yavru vatanda” 39 yılda 29 farklı hükümet kurulmasından nasıl memnun olmuş olabilir ki? Türkiye Cumhuriyeti’nin son dönemlerde göstermiş olduğu bu siyasi istikrar örneği, mutlaka ki kendisi için dehem içte hem dışta önemli avantajlar ve kazanımlarsağlamıştır. Bunun avantajlarını yaşayan Türkiye Cumhuriyeti’nin, “bizde olan her şey sizde de olacak” mottosunun K.K.T. C’de “bu yönüyle” tutmamasından,elbette ki memnun değildir.

Anavatan Türkiye’nin K.K.T.C ekonomisine ve maliyesine katkısı oldukça önemli büyüklükte. Tüm yatırımların yapılmasının da haricinde, K.K.T.C bütçesine ve kamu maliyesine de ciddi miktarlarda katkı yapıyor. Türkiye bu katkıları, deyim yerindeyse “boğazından kesip” bize veriyor. Bizim burada yapmamız gereken en önemli görev, mali yardımları ve tüm yatırımları, dengeli ve adil dağıtmak ve bunu buradaki topluma “hissettirmek”. Tüm bu yatırımlar, belirlenen ihtiyaçlar doğrultusunda ve doğru yönetilerek ve doğru yönlendirilerek yapılmalıdır. Kendi yerel gelirlerimiz ve Türkiye Cumhuriyeti’nin katkıları ile oluşturduğumuz bütçe, har vurup harman savuracak kadar rahat ve geniş bir bütçe değildir. Yatırımların ve mali yardımların doğru tespit edildiğini ve doğru yönetildiğini görmek ve göstermek, elbette ki Anavatanın bu yöndeki moral ve motivasyonunu yükseltecektir. Ancak biz K.K.T.C olarak, kuruluşumuz olan 1983 yılından beri bunu başarabildik mi? Eğer başarabilseydik, inanın, şimdilerde olduğumuz noktadan çok daha ileride olabilirdik.

Proje ve yatırımları birer birer burada telaffuz etmem gereksiz ama gerçekten “asrın projesi” denebilecek projelerden tutun da bizim hayal etmekte zorlanacağımız ve finanse etmemizin imkânsız olduğu yatırımlar, Anavatan tarafından zaten bizim için yapılıyor ve uygulanıyor. Bakınız, Türkiye Cumhuriyeti, her yıl, burada yatırım yapmak üzere kendi bütçesine koyduğu bir “kaynak” ayırıyor. Ancak biz, maalesef ki, yeterli proje üretip sunamadığımız için bu kaynak yıl sonunda, çoğu kez tamamı kullanılamadan iade ediliyor. Elbette ki projeler ve ihtiyaçların önceliği ve gerekliliği istişare ediliyor. Olgunlaşmış görülen, fizibilitesi yapılmış veöncelik sırası alabilen projeler, zaten Türkiye Cumhuriyeti tarafından finanse ediliyor. Buradan şuraya bağlayacağım; malumunuz komşumuz Güney Kıbrıs bir AB ülkesi ve oradan hatırı sayılık miktarda mali yardım alıyor. Bizim statümüz gereği, tek dış kaynağımız “Anavatan Türkiye”. Ve biz burada hükümet kurma çalışmaları ile vakit kaybederken (K.K.T.C’ nin kuruluşundan bu yana) bir yandan hem tüm iç işlerimiz sekteye uğruyor diğer yandan da yatırım ve projeler aksıyor, erteleniyor, iptal ediliyor (zaman aşımından veya bütçe sebebiyle). Seçim yapacağız diye zaten 45-60 günöncesinden “seçim yasakları” başlıyor. Bu süreden yeni hükümetin kurulup işbaşına geleceği güne kadar neredeyse üç ay kayıp. Yılın çeyreği gitti. Yeni hükümetin işbaşına gelmesiyle bir de yeni bürokratların atanması/görev değişiklikleri derken 1 ay daha gitti. Yılınüçte biri gitti mi? Adaptasyon derken yılın yarısı ya da fazlası gitti. Ne zaman oturup da yeni proje hazırlayıp daolgunlaştırıp yeni bütçe dönemine kadaryetiştireceksiniz? Bizde de seçim hiç eksik olmuyorzaten. YSK resmi sayfasına bir göz attığım zaman, 1983 yılından bu yana, normalde 5 yılda yapılması gereken genel seçimlerin, 1985-1990, 1998-2003 ve 2013-2018yılları arasında sadece “3” kez beş yılda yapıldığını gördüm. Geriye kalanlar hep erken seçim Seçimleolmasa da her hükümet değişimi benzer sürelerin kaybı demek. Bu kayıp süre de yeni projelere başlanmasına, başlanmış ise olgunlaşmasına, olgunlaşmış ise de bitirilmesine engel. Bu durumda insan, sormadan edemiyor. Yazık değil mi bizim yapıp ve finanse edemeyeceğimiz ama bizim yerimize bunları yapıp finanse edecek birileri varken bu fırsatı “elimizin tersi” ilegeri itmeye?

Fazla uzatmadan işin özüne geleyim. Siyasi istikrarsızlığımız; hem Türkiye’nin bize bakış açısını (dünyada hangi devlet olursa olsun yine ayni gözle bakar), hem motivasyonunu hem de yapmayı amaçladığı veya yapacak olduğu yatırımları olumsuz etkilemektedir. Hiç düşündük mü, Toroslardan bakılınca Beşparmaklar nasıl görünüyor acaba diye? Bir empati kurabilseydik, bu yaptıklarımızın bir kısmını yapmazdık belki de. Kim bilir?

 

Doç. Dr. Tuğşad Tülbentçi

Yorum